Hüseyin Hilmi Paşa Midilli adasının Sarlıca köyünde doğdu. Babası tüccardan Kütahyalızâde [ Molla] Mustafa Efendi’dir.1 Midilli’nin Ulucami Medresesi’nde okudu. Bu arada rüştiyeden de mezun oldu. Özel hocalardan Fransızca ve fıkıh dersleri aldı. Cezâyir-i Bahr-ı Sefîd Vilâyeti Adliye Encümeni’nde imtihana girerek birinci sınıf dava vekilliği diplomasını kazandı.2 Hüseyin Hilmi ilk
memuriyete Midilli Tahrirat Kalemi’nde başladı. Sırasıyla Midilli Tahrîr-i Emlâk
Dairesi seyyar fırkası mukayyitliğine, Tahrîr-i Emlâk Kalemi vukuat kitâbetine
ve aynı kalemin başkitâbetine yükseltildi. Bu sırada Midilli’de göz hapsinde
tutulan Nâmık Kemal ile tanıştı. Nâmık Kemal’in hürriyetçi düşüncelerinden
etkilendi. Namık Kemal’in bütün eserlerini okuyan ve yeni fikirlerine hayran
olan Hüseyin Hilmi Efendi, onun çömezi olarak anıldı (Abdurrahman Şeref,
VIII-XI/49-62 [1335-1337], s. 64).3 Nâmık Kemal Midilli
mutasarrıflığına tayin edilince Hüseyin Hilmi’yi Midilli tahrirat müdürlüğüne
getirdi (1881). Çalışkanlığı4 ile âmirlerinin dikkatini çeken Hüseyin
Hilmi, memuriyet hayatının dokuz yılını doğduğu adada geçirdikten sonra 1883’te
terfi ederek Aydın vilâyeti mektupçuluğuna5 tayin edildi. Bu vazifesi
sırasında rütbe-i ûlâ sınıf-ı sânisi rütbesini aldı.61885’te Suriye
vilâyeti mektupçuluğuna tayin edilerek7 aynı zamanda padişahın
Suriye’deki arazilerini yöneten komisyona fahrî üye oldu ve altı yıl bu görevde
kaldı.8 Mektupçuluktan istifa ettikten (1891) sonra geçici olarak
padişahın Burdur sancağındaki çiftliklerinin idareciliğine getirildi.9
Ertesi yıl padişahın Bağdat’taki arazisinin idare müdürlüğüne gönderildiyse de
(1892) hastalığını ileri sürerek istifa etti.10 1893’te Mersin
mutasarrıfı oldu, iki ay sonra Maan (Kerek) mutasarrıflığına nakledildi.11
Nablus ve Süleymaniye12 mutasarrıflıklarında da bulunduktan sonra
Adana valiliğine tayin edildi13 (1897). Bu görevi ancak dokuz ay
sürdü. Zararlı faaliyetleri tespit edilen Avusturya’nın Mersin konsolosunun yurt
dışına çıkarılması sırasında meydana gelen olaylar yüzünden Avusturya’dan özür
dilemediği için azledildi (17 Kasım 1897). II. Abdülhamid, Yemen’de İmam
Yahyâ’nın sebep olduğu olayları bastırmak üzere Hüseyin Hilmi’yi Yemen
valiliğine gönderdi (21 Nisan 1898).14 Yemen halkını kazanmak ve bu
yolla burada iyi bir yönetim kurmak isteyen padişah, vali başta olmak üzere,
bütün vilâyet memurlarının sarık sarmasını, cübbe ve şalvar giymesini emretti.
Vali Hüseyin Hilmi’yi vezirlik pâyesiyle ödüllendirdi (31 Mayıs 1899).15 Beş yıl kadar Yemen’de kalan Hüseyin Hilmi Paşa, azlettiği bir kaza kaymakamının tahrik ettiği bir kişi tarafından girişilen suikastta ağır yaralandı, uzun süre görevini yapamadı. Aynı zamanda Ordu Müşiri Abdullah Paşa ile arasının açık olması yüzünden azledildi (Kasım 1902). On gün sonra yeni kurulan Rumeli genel müfettişliğine tayin edildi (2 Aralık 1902). Altı yıl bu görevde kalan Hüseyin Hilmi, memuriyet hayatının en parlak ve en faydalı hizmetlerini yaptı. Manastır, Kosova ve Selânik vilâyetlerini içine alan Rumeli müfettişliği, Bulgar çetelerinin faaliyetlerini önlemek ve Makedonya’da iyi bir idare oluşturmak amacıyla kurulmuştu. Bir nevi idarî muhtariyet demek olan genel müfettişlik teşkilâtının başında Hüseyin Hilmi Paşa’nın bulunması, bölgede yabancı güçlerin faaliyetlerini önledi. Paşa şahsî gayretiyle Fransızca öğrenmesine rağmen de yabancılarla sıkı ilişkiler kurmuyor, millî duyguları daima ön planda geliyordu. Müfettişlik bölgesinde, karışıklıkları tam olarak önleyememekle birlikte, iyi çalışan bir idare kurmayı başardı. Yabancıların gözüne girdiği gibi padişahın da büyük itimadını kazandı. Hiçbir yazısı Bâbıâli’den geri dönmeyecek kadar nüfuz sahibiydi. Aylık tahsisatı 30.000 kuruştan 50.000 kuruşa çıkarıldı. II. Abdülhamid’e çok bağlı olmakla birlikte İttihatçılar’la da iyi ilişkiler kurmayı başardı. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Rumeli genel müfettişliği kaldırıldığı16 için Hüseyin Hilmi Paşa’nın da görevi sona erdi.17 Fakat Paşa üç ay kadar daha Rumeli’de kaldı.18 Yeni kurulan Kâmil Paşa Kabinesi’ne Dahiliye Nâzırı olması üzerine İstanbul’a döndü (27 Kasım 1908).19 Paşa’nın nâzırlığa tayininde İttihatçılar’la olan yakınlığının rolü büyüktü. Hüseyin Hilmi Paşa kısa zamanda Kâmil Paşa’ya rakip olduğunu ortaya koydu. Harbiye ve Bahriye nâzırlarının değiştirilmesi usulünü meşrutiyet sistemine aykırı bularak istifa edince diğerleri de onu takip etti ve Kâmil Paşa Kabinesi düşürüldü. Ardından dahiliye nâzırlığı da kendisinde kalmak üzere Kâmil Paşa’nın yerine sadârete getirildi (13-14 Şubat 1909). Hüseyin Hilmi Paşa, Rumeli
genel müfettişliğinde gösterdiği başarıyı sadârette gösteremedi. Hoş geçindiği
İttihat ve Terakkî Cemiyeti ekseriyetine nüfuzunu geçiremedi. İttihatçılar’a
karşı oluşan muhaliflerin şiddetli saldırısına uğradı. Bulgaristan’ın
bağımsızlığı meselesini ve Bosna-Hersek’i ilhak eden Avusturya ile çıkan
anlaşmazlıkları kısmen halletmeyi başardıysa da iç durumu düzeltemedi. Muhalif
basının devamlı saldırıları ve şahsına karşı asılsız dedikodular, huzurunu
kaçırdı. Meşrutiyet kurallarına bağlı olan hükümetin iftiracılara karşı tedbir
alamaması yüzünden Otuz Bir Mart Vak‘ası patlak verdi (13 Nisan 1909). Hüseyin
Hilmi Paşa, isyanın ilk günü öğleden sonra Yıldız Sarayı’na giderek hükümetin
istifasını sundu. Böylece bir ay yirmi yedi gün devam eden bu ilk sadâreti son
bulmuş oldu. Sadârete Ahmed Tevfik Paşa getirildi. Hüseyin Hilmi Paşa da
isyancıların tehlikesinden uzak kalmak için bir süre Yûsuf Râzî Bey’in evinde
gizlendi. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmesinden ve II. Abdülhamid’in yerine
Sultan Reşad’ın tahta çıkarılmasından (27 Nisan 1909) sonra ortaya çıktı.
Dahiliye nâzırlığına getirilmek istendiyse de kabul etmedi. İttihatçılar’ın
devlet işlerini doğrudan doğruya ellerine almak istemeleri karşısında istifa
eden Tevfik Paşa’nın yerine ikinci defa sadârete getirildi (5 Mayıs 1909).
Hüseyin Hilmi Paşa’nın bu sadrazamlığı da pek başarılı olmadı. İkinci sadâreti Bosna-Hersek ve Bulgaristan meselelerinin halli, Adana’da çıkmış olan olayları yatıştırmak, asayişi sağlamak, Dîvân-ı Harb-i Örfî’nin kararlarını uygulamakla geçti. Fakat İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nden birkaç kişiyi kabineye almasına rağmen bu partinin müdahalelerini önleyemedi. Otuz Bir Mart Vak‘ası’nı bastırmakla gururlanan küçük subayların taşkınlıkları had safhaya ulaştı. Bütçeyi ve diğer kanunları meclisten geçiremeyen Hüseyin Hilmi Paşa, yedi ay yirmi dört gün sonra istifa etmek zorunda kaldı (28 Aralık 1909).20 Yerine getirilen Roma Sefiri İbrâhim Hakkı Bey (Paşa) görevine başlayıncaya kadar (12 Ocak 1910) vekâleten vazifesine devam etti. Sadâreti sırasında tayin edildiği (14 Kasım 1909) Âyan Meclisi âzalığına devam eden Hüseyin Hilmi Paşa, Avrupa seyahatine çıktı. Bu seyahati sırasında Rusya’ya da gitti, 15 Nisan 1910’da Kazan’ı ziyaret etti. Burada N. İvonoviç, Aşmirin, Nikolay Fyodoroviç Katanov (ö. 10 Mart 1922)21 gibi tanınmış Türkologlarla görüştü, şehrin önemli yerlerini dolaştı. Üç günlük Kazan seyahati Rus ve Tatar basınında geniş şekilde yer aldığı gibi, küçük bir risâle olarak da Kazan’da yayımlandı (“Turétskiy sled v arhivah Tatarstana”, Gasırlar Avazı, I/2 [Kazan 1998], s. 165-177). Birkaç yıl âyan meclisi maliye encümeni başkanlığı yapan Hüseyin Hilmi Paşa, malî işlerin düzeltilmesinde ve israfın önlenmesinde önemli rol oynadı. Gazi Ahmed Muhtar Paşa tarafından kurulan (22 Temmuz 1912) “Büyük Kabine”de adliye nâzırı olarak görev aldı. Bu kabine görünüşte tarafsız olmakla birlikte hükümet üyelerinin çoğunluğu muhalefete mütemayil kimselerdi. Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa’nın da yardımıyla ekseriyeti İttihatçılar’dan oluşan Meclis-i Meb‘ûsan’ı dağıttı. Hüseyin Hilmi Paşa hükümet içinde en etkili kişi olarak görülüyordu. Bu sebeple hükümetin hatalarından da o sorumlu tutuluyordu. İttihatçılar, Meclis’in feshinden dolayı kendisini suçluyorlardı. Paşa ise yaptıklarından pişmanlık duymuyor ve şikâyet edenleri ikna etmeye çalışıyordu. Fakat Rumeli’de birbiri arkasına gelişen olayların Balkan Savaşı’na yol açması (8 Ekim 1912) karşısında hükümette kalmanın uygun olmayacağını anladı. Viyana sefirliğine tayin edilince İstanbul’dan ayrıldı (28 Ekim 1912). Hüseyin Hilmi Paşa, diplomasi konusunda hiçbir bilgi ve tecrübeye sahip değildi. Avrupa hakkında bildikleri ise birkaç yıl önceki beş altı aylık seyahatinden ve günlük gazetelerden topladığı bilgilerden ibaretti. Mülkiye’de gösterdiği başarıyı diplomaside gösteremedi. Tekrar İttihatçılar’la arasını düzelten Paşa, onların savaş taraftarı politikalarına destek verdi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı sefâretlerinin ilgasına kadar Viyana sefirliği görevini sürdürdü. Mütareke’den sonra İstanbul’a dönmeyerek Viyana civarında kiraladığı bir köşkte ailesiyle birlikte oturmaya devam etti. 3 Nisan 1923’te burada vefat etti, naaşı İstanbul’a getirilerek Beşiktaş’ta Yahyâ Efendi Dergâhı Hazîresi’ne defnedildi. Hüseyin Hilmi Paşa, sadâretine kadar geçen otuz beş yıllık memuriyet hayatında genel olarak başarılıdır. Kaynaklarda kendisinden dürüst, gayretli ve aydın bir kişi olarak söz edilir. Bulunduğu görevlerde yenilik yapmakla ün kazanmıştır. Fakat aynı başarıyı sadârette gösteremediği ve İstanbul’a gelir gelmez hiçbir görevde bulunmadan sadârete getirilmesinin başarısızlığında büyük rol oynadığı belirtilir. En ayrıntılı işlerle dahi bizzat kendisi uğraştığı için muarızları tarafından mektupçuluğu bırakamamakla itham edilmiştir. Ancak II. Abdülhamid’in güvenini kazandığı gibi Sultan Reşad’ın da takdir ettiği bir sadrazam olmuştur.
Bibliyografya:
BA, Sicill-i Ahvâl, nr. 25, s. 175-176; İbrahim Alâeddin Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, İstanbul [1946] s. 180; Tahsin Paşa, Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları, İstanbul 1931, s. 215-216; Halid Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, İstanbul 1940-1942, I-III, tür.yer.; Hüseyin Cahit Yalçın, Talat Paşa, İstanbul 1943, s. 8, 36; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1947-1955, I V, 519-520; a.mlf, 31 Mart Vakası, İstanbul 1961, bk. İndeks; Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1951, s. 12-26, 38-56, 63-64; Ali Cevad, II. Meşrutiyetin İlanı ve 31 Mart Hadisesi, Ankara 1960, s. 32, 38-39, 42-44; İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, İstanbul 1950, XI, 1654-1673; Birol Emil, Mizancı Murat Bey Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1979, s. 217, 222, 689; İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, İstanbul 1983, s. 61; Hüseyin Kâzım Kadri, Balkanlar’dan Hicaz’a İmparatorluğun Tasfiyesi (nşr. Kudret Büyükcoşkun), İstanbul 1992, s. 21, 35, 67-68, 84-85; Zekeriya Türkmen, Osmanlı Meşrutiyetinde Ordu-Siyaset Çatışması, İstanbul 1993, s. 27; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, I-II, bk. İndeks; Abdurrahman Şeref, “Viyana Sefîr-i Sâbıkı Hüseyin Hilmi Paşa”, Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası, VIII-XI/49-62 (1335-1337), s. 63-74; Mehmed Cavid, “Meşrutiyet Devrine Ait Cavit Beyin Hatıraları”, Tanin, İstanbul 3.VIII.1943; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “1908 Yılında II. Meşrutiyetin Ne Suretle İlan Edildiğine Dair Vesikalar”, TTK Belleten, XX/77 (1956), s. 103-174; Hans-Jürgen Kornrumpf, “Hüseyn Hilmi Pascha, Anmerkungen zu seiner Biographie”, Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, (Wien) LXXVI (1986), s. 193-198; a.mlf., Beitraege zur Osmanische Geschichte und Territorial Verwaltung, [Isis Verlag] İstanbul 2001, s.125-129; Kemal Beydilli, “II. Abdülhamid Devrinde Makedonya Meselesine Dair”, Osmanlı Araştırmaları, IX (1989), s. 77-99; “Hüseyin Hilmi Paşa”, Türk Ansiklopedisi, XIX, 418-419; Feroz Ahmad, “Husayn Hilmi Pasha”, EI2 (İng.), III, 624; Mahir Aydın, Hüseyin Hilmi Paşa”, DİA, XVIII, 550-551.22
|